Sanat eserinin neliğine dair yürüteceğimiz bu araştırmanın ilk bölümünde, sanat eserinin kurgulandığı bağlam ya da tarihsel anlamı içerisinde algılanması gerekliliğini tartışacağız. İkinci bölümde, sanat eseri tüketicisinin eğitilmiş bir birey olması gerekliliğine değinip son bölümde sanat eseri ve algılamanın doğası konusunu ele alacağız. Çalışmamızda bize ağırlıklı olarak Merleau Ponty’nin düşünceleri eşlik edecektir. Ana savlarımızdan biri, sanat eserinin kurgulandığı bağlam, ya da o bağlamın bilgisi çerçevesinde anlaşılabileceği, bir sanat eserinden haz almanın belli türden bir eğitime gereksinme duyacağı olacaktır. Bu girişle incelememize başlayalım.
Fransız Sanatçı Marcelle Duchamp, sanat eserini bir alarm zili olarak tanımlar. Bir alarm zili, uyaran, uyandıran bir gürültüye denk düşer. Sanat eseri, yarattığı etki itibariyle bizi kavramsal, siyasi, estetik uykumuzdan uyandıran, kimi zaman gürültü derecesinde çirkinliğin temsilcisi sayılabilecek bir üründür. Amacı, ilkçağ’da olduğu gibi katharsis sağlamak ya da hakikatı sezdirmek yerine sadece içine düşülen aymazlığı kırmaktır. Marcelle Duchamp ünlü pisuvar heykelini kazandırmıştır sanat tarihine. Bu heykel, doğrudan baktığımızda, herhangi bir erkekler tuvaletinde karşımıza çıkacak bir pisuvardan farksızdır, ancak, onu sergilendiği bağlamın içinde tekrar düşünürsek, sanatın sanat simsarlarının tekeline girmeye başladığı ve onun anlamının tartışma konusu olduğu bir dönemde bir sergide karşımıza çıktığını düşünelim. İşte tam da bu bağlamda duchamp’ın alarm zili derken kastettiği şeyi anlar gibi oluruz. Şu an bir sanat tarihi kitabının ya da bir monografinin sayfaları arasında gördüğümüzde bizim için basit bir pisuvar olmaktan ötesine geçemeyecek olan bu yapıt, ancak kendi bağlamına döndürüldüğünde ya da bu bağlamın bilgisine sahip olunduğunda anlam kazanmaktaır.
Bir diğer örnek olarak da Maleviç’in siyah kare’sini ele alalım. Burada konu biraz daha derinlemesine analize ihtiyaç duyacaktır. Çağdaş sanat, diğer tüm alanlarda olduğu gibi aslolarak kendi anlamının peşine düşmüştür. Bu anlam tartışmaları içerisinde, en önemli uğraklardan biri de şeyi özü her ne ise onunla ifadelendirmektir. Peki resim sanatının özü nedir, onu diğer alanlardan net olarak ayıran şey nedir? İlk akla gelecek şeylerden biri olan figür, neredeyse tüm plastik sanatlarda ortaktır. Bu özü bulmak ve ona bağlı tanımı yapmak için 20. yy ‘da sanatçılar, malzemenin ve rengin peşine düşmüşlerdir. Maleviç de bu anlamda özel örneklerden biridir. Onun dönemin temayüllerine uygun ama klasik olanla yakından uzaktan ilgisi bulunmayan yapıtlarını bu ana fikir çerçevesinde değerlendirmedikçe anlamamız mümkün olmaz.
Bu örnekleri, çok da araştırmamıza gerek kalmadan özellikle de 20. yy sanat atmosferi için hızla çoğaltabiliriz. Bunlardan da anlaşılmaktadır ki, bir sanat eserini doğru bir biçimde değerlendirmenin yolu ya kendisine sergilendiği ortamda maruz kalmak ya da onu, sergilendiği bağlamı yeniden yaratarak değerlendirmektir. Peki bir sanat eserinin sergilendiği bağlamı yeniden yaratmak ne demektir? Bu soruyu yanıtlamadan bir adım önce, bir sanat serinin sergilenmesinden ne kastettiğimi ortaya koymak isterim.
Benim çin bir sanat eserinin sergilenmesi, onun sanat ve kültür tarihi uzamında ilk kez arzı endam ettiği andır. Eserin, ilk izleyicilerine, çocuğu olduğu çağın dolaysız bilgisine sahip sanatseverlere kendini sunduğu andır. Çağın dolaysız bilgisini, bir kültür atmosferinin içinde olmak yerine kullanıyoruz. Aynı kültür atmosferine bağlı bir de dolaylı/dolayımlı bilgi türü tanımlayabiliriz. Bu bilgi, içine doulan değil, edinilen bir bilgidir. Kültürlenme, eğitim ve öğretim yoluyla alınır. Böylece, eserin sergilendiği sahne, bilişsel olarak yeniden kurulabilir hale gelir.